Bu Blogda Ara

Cumartesi, Ağustos 31, 2019

Gül ve Babacan’ın inandırıcılık sorunu / BARIŞ DOSTER

İktidar partisindeki yıpranmaya koşut olarak, parti içinde tartışma ve istifa­lar gündeme geliyor. Bir yandan Abdul­lah Gül ve Ali Babacan, diğer yandan Ah­met Davutoğlu  parti kurmak için çalışıyor­lar. AKP’nin birkaç eski bakanı partiden is­tifa ederken, Cumhurbaşkanı ve AKP lide­ri Recep Tayyip Erdoğan’ın da, yeni isti­faların önüne geçmek için parti yönetimin­de ve örgütünde kimi değişikliklere gidece­ği konuşuluyor.
Türk siyasal hayatında bir partiden kopup yeni bir parti kurmanın çok yaygın olduğunu dikkate alarak şu soruları soralım öncelikle.


Birincisi, yeni bir parti için siyasi boşluk var mı?

İkincisi, yeni bir parti için toplumsal talep var mı?

Üçüncüsü, yeni parti kurmak için kolla­rı sıvayanların, inandırıcılığı, itibarı, söyleye­cek sözü, halkta karşılığı var mı?

AKP’den kopup yeni parti kurmak için ça­lışmaya başlayanların, AKP’deki kariyerleri­ni (bakanlık, başbakanlık, genel başkanlık, cumhurbaşkanlığı) Erdoğan’a borçlu olduk­ları dikkate alındığında, bu sorulara olumlu yanıt vermek zor. Dahası var...

Güçlü bir siyasal çıkış yakalamak için, si­yasette yeni bir hikâye yazmak, yeni bir he­yecan yaratmak, toplumun önüne yeni he­defler koymak, geniş kitlelere güzel bir ge­lecek hayali kurdurabilmek önemlidir. Kuru­luşundan beri AKP’de en üst düzeyde gö­rev alan, yakın zamana dek AKP’nin tüm ic­raatlarında imzası olan isimlerin, şimdi kal­kıp Erdoğan’ı ve AKP’yi eleştirmelerinin inandırıcı yönü bulunmuyor. O nedenle cid­di bir itibar sorunu yaşıyorlar.

Seçimi ne kazanır?
Seçimleri kazanmak için, topluma kor­ku ve endişe değil, coşku ve umut vermek; geçmişteki başarıları değil, geleceğe iliş­kin arzuları öne çıkarmak gerekir. Yeni par­ti kuracağı dillendirilen isimler için bu da söz konusu değil. Hepsinin siyasi bagajla­rı, AKP’nin icraatlarıyla dolu. Hepsi, konuş­maları gerektiği yer ve zamanda susmuş­lar. Hepsi, tavır almaları gerektiğinde geride durmuşlar. O nedenle şimdilerde konuşma­ları, anlam ifade etmiyor.

Bu isimler için şu söylenebilir. Kuracakları partiler, yüzde 15-20 oy oranına ulaşamaz, yüzde 3-5 bandında kalırlar. Fakat bu oran bile, Cumhur İttifakı’nın yüzde 50’yi bul­masını daha da zorlaştırır. Muhalefetin elini güçlendirir. Yeni ittifaklara kapı aralar. İkti­dar partisini yeni arayışlara, söylemini ve ic­raatlarını gözden geçirmeye zorlar.

Türkiye açısından ise sorun şudur. Hal­kın ihtiyacı, AKP içinden çıkacak, AKP’den pek farkı olmayan partiler değildir. İdeolo­jik düzlemde Cumhuriyetçi, laik, aydınlan­macı; ekonomik bağlamda halkçı, kamucu, toplumcu; dış politikada emperyalizmle ara­sına mesafe koyan, bölge merkezli dış poli­tikayı benimseyen, yurttaş kimliğini ve ulu­sal bütünlüğü pekiştiren çizgidir. Muhalefet, öncelikle buna odaklanmalıdır.

Barış Doster / CUMHURİYET

Cuma, Ağustos 30, 2019

Narodniçestvo halkçılıktır - Özdemir İnce

Gazete köşemenleri, televizyon vaizleri halkın AKP iktidarından bıktığını, ama muhalefetin bu tepkiden yararlanması gerektiğini yazıp söylüyorlar. Muhalefet temsilcileri halkın nabzını tutmalıymış. 


Seçmen halk, bıkma tepkisi gösterdiğine göre belli ki bir muhalefet bilincine ulaşmış. Ancak kimse kimseyi ders vererek bilinçlendiremez; herkesin, her sınıfın kendi öznel koşulları onu bilinçlenir. Buna tam anlamıyla bilinç de denmez, içgüdüdür. Hayvani bir içgüdüdür. Bir aslanın öldürdüğü avını sırtlanlara karşı savunması gibi. Emeğin savunulması bir hayvansal içgüdüdür; bireysel bilince gereksinim yoktur. Sınıf aidiyetini yaşayarak öğrenmek, bilmek ise bilinçlenmedir.

***

Önceden uyarma olmasa da patlayan volkandan kaçılır. Selden, çığdan, toprak kaymasından, yırtıcı hayvanlardan kaçılır. Napoleon istilasından, Hitler istilasının önünden insanlar kitleler halinde kaçtılar. Sivil halkımız da Fransızın, Yunanın önünden kaçtı. Çukurova’nın “kaçkaç” dönemi ünlüdür. 

Bir halk, iktidardan hoşnut değilse yapacağını bilir, bilmeli. Kazıkçı lokantaya gitmemek gibi. “Alnı secdeye değme”yi siyasal ölçüt yapan bir halk; dindarlığı, uygulamaları, gündelik hayatı skandallarla tıka basa dolu ve iyice sapkın, siyasal ahlakı yüz kızartıcı, AKP gibi bir partiye neden oy verir? Bunun kaynaklarını halkın zihinsel ve ruhsal yapısında aramak gerekiyor.
***

Çarlık Rusya’da, aralarında Narodniklerin (Halkçılar) de bulunduğu genç devrimciler Sibirya’ya sürgüne gönderilirken, geçirildikleri caddelerde çiçek atması gereken halk tarafından yuhalanıp taşlandıkları unutulmamalı. Görenekleri ve inançlarıyla halka tapan Dostoyevski, Sibirya sürgününde adi köylülerin okumuş kentlilerden nefret ettiklerine tanık oldu. Halkçı gençlik, halkın arasına karışmak, halk gibi yaşamak için doktor olarak, hastabakıcı ve hemşire olarak, tarım işçisi, demirci ve oduncu olarak köylere gitmişlerdi. Kızlar öğretmenlik sınavlarına girdiler; ebelik, hemşirelik, öğrendiler; köylere gittiler, nüfusun en yoksul kesimlerine adadılar kendilerini. Kafalarında devrim yapmak düşüncesi de yoktu; sadece okuma-yazma öğretmek ve yardımcı olmak istiyorlardı. Ama köylüler onlara değil, kendilerini ezen çarlık düzenine inanmayı sürdürüyordu.
***

Neden? Bunun yanıtı Dostoyevski’nin Cinler romanındadır: Bir meyhanede gençler, Tanrı’dan, dinden, devrimden, ayaklanmadan söz ederlerken, ak saçlı bir yüzbaşı ortaya fırlar ve “Tanrı yoksa benim yüzbaşılığım ne işe yarar?” diye bağırır, sonra koşarak dışarı çıkar. Yaşlı yüzbaşı dinsel dünya düzenin hiyerarşisinden söz etmektedir. Bu düzenin egemen olduğu hiçbir yerde halk iradesinden, halk bilincinden söz edilemez. Bu nedenle halka gidilmez. Nafiledir! Ama gereken yapılır. İhtiyacı varsa o sana gelir. 

AKP’ye ve Reis rejimine isyan eden ama “dinsel düzen” yüzünden ona köle gibi biat eden halk kesimi duygusal ve zihinsel zincirlerini kıracak mı? Zincirleri sen kırsan da nafile, o yerinden kımıldamaz. Kendisi kıracak. Ona hiçbir şey öğretemezsin! Halk tuhaftır: Bir zamanlar Narodnikleri taşlayan köylüler, 1917 Devrimi’nde Bolşeviklerin yanında yer almıştı. Bekleyeceksin, daldaki elma olgunlaşacak.

***

Ancak halk melek değildir. Nâzım’ın da dediği gibi akreptir! İkiyüzlüdür, korkaktır. 12 Mart’ta (1971) gözaltındayken bizim koğuşta Keskin’den (Kırıkkale) Adalet Partili siyasetçiler vardı. Siyasi olmayan nedenlerle (pavyonda kadın işi) gözaltına alınmışlardı. En çok hoşlarına giden, seçim dönemlerinde, dışarıdan gelen “okumuş” milletvekili adaylarını nasıl kazıkladıklarını anlatmaktı. “Genel Müdür, diplomat, başhekim falan gelirler, bize ziyafet çekerler, yer içer, harçlık alır, pohpohlarız, ama oyumuzu hemşerimize veririz” derlerdi. Çok tipik bir kabileci asabiyet dayanışması...

Özdemir İnce / CUMHURİYET

Pazartesi, Ağustos 26, 2019

‘Arkasından baltasını biledi’ - Ergin Yıldızoğlu

Uluslararası finans-kapitalin seçkinleri, Financial Times’dan Janan Ganesh’in deyimiyle “Bilderberg sınıfları” çok kaygılı. İş çevrelerinin dergisi Fortune’un CEO’su A. Murray bu “Bilderberg sınıfları” için “İçinde çalıştıkları düzenin yıkılmasından, gelecek resesyonda patlak verebilecek devrimlerden, kitlelerin baltalarını bileyip hesap sormaya kalkmasından korkuyorlar” diyor.


Gündemde resesyon var 
Almanya ekonomisi sert bir frenle resesyona giriyor. İngiltere’de ekonomik büyüme negatif. Çin ekonomisi yavaşlıyor. Singapur, Güney Kore, Brezilya, Meksika ekonomileri resesyonda. İtalya ve Rusya’nın büyüme oranlarının negatif alana geçmesi bekleniyor. Nihayet ABD’de 2020’de bir resesyon olasılığı hızla artıyor. Ticaret savaşları bu süreci hızlandırıyor. Mali piyasaları sarsıyor. Dow Jones, cuma gününü yüzde 2.6 düşüşle kapattı. Hafta sonu yapılan G7 toplantısının gündeminin başında da dünya ekonomisi vardı. 

Genelde, “Bilderberg sınıfları” için resesyon büyük bir sorun değil. Hatta ekonomi içindeki konumları, devleti yönetenlerle ilişkileri sayesinde resesyonlardan yararlandıkları bile söylenebilir. 

Ancak bu kez farklı. Dünya ekonomisinin borç yükü, 2008’den bu yana daha da arttı. Buna karşılık faizler çok düşük, merkez bankalarının bilançoları çok yüklü, en kritik ülkelerde kamu borçları çok yüksek; ABD’de gelecek yıl 1 trilyon dolara ulaşması bekleniyor. Kısacası merkez bankalarının manevra alanı çok sınırlı. Çare olarak devletlerin maliye politikalarına ağırlık vererek Keynesgil modele dönmeye başlamasının, uluslararası ticaretin ve sermaye hareketlerinin serbest olmasından dolayı önemli siyasi sakıncaları var. Bu sakıncaları gidermek için ticarette korumacılığın, sermaye hareketlerinde yeni denetleme biçimlerinin devreye girmesi, “ekonomik ulusalcılığa”, “devlet kapitalizmine” uygun söylemlerin üretilmesi gerekiyor. Böyle bir model değişikliği kolay değil.

Patlayıcı karışım 
Yeni bir küresel resesyonun basıncının patlayıcı bir karışıma yol açma olasılığı da hızla artıyor. Örneğin, dünyanın önde gelen ülkelerini, (ABD, Çin, Rusya, Hindistan, Brezilya) halen “Yeni Faşizm” tanımı içine kolaylıkla sokulabilecek liderler yönetiyor. Bu liderler, milliyetçi ideolojiyi körüklüyor, ırkçı önyargıları, korkuları, üstünlük inançlarını besliyorlar. Teknolojik gelişmeler bu liderlerin devletlerine halklarını yakından izleme, denetleme ve manipüle etme olanakları sunuyor. Çin, bu “tekno- totalitarizmin” en çarpıcı örneği: “Sosyal krediniz” (iyi hal notunuz) yeterli değilse tren, uçak bileti bile alamayabiliyorsunuz.

Ne pahasına olursa olsun iktidarda kalmaya kararlı bu liderler, Brezilya hariç, güçlü nükleer cephaneliklerin üzerinde oturuyorlar. Dahası ABD, Rusya ve Çin arasında yeni bir silahlanma yarışı, teknolojik savaş başlamış görünüyor. 

Bu karışımın öbür bileşeni de “baltaları bileme”, “hesap sorma arzusu” olasılığı. 2008’i izleyen büyük durgunluk içinde, birçok yazar, yükselen “popülist” dalgaya bakarak, “bu düzen bir mali krize daha dayanmaz” diyordu. 

Koşullar, sol hareketin, yükselen toplumsal muhalefet dalgası üzerinde bir Rönesans başlatmasına çok uygundu. Ancak tam aksi oldu. Toplumsal muhalefet dalgası “Yeni Faşizm”i yükseltti. Şimdi “Yeni Faşizm” ulusal ve uluslararası alanda, her zamankinden çok daha örgütlü; merkez sağ partilerin politikalarını, toplumun ideolojik yaşamını güçlü biçimde etkiliyor, şekillendiriyor; halk, sorumlu ararken, “baltasını bilemeye” başladığında, onun nefretini körükleyecek, yönlendirecek bir konuma yerleşiyor. 

ABD’de gelecek yıl seçimlere bir resesyon altında girme olasılığı karşısında Trump, daha şimdiden ırkçı, dinci, kimlik politikalarıyla toplumsal gerginlikleri körüklemeye hız verdi. Dahası adamın aklı da istikrarını giderek kaybediyor: Kendini “Musevilerin kralı”, “Tanrı’nın ikinci gelişi” (İsa) sanıyor, Çin’le mücadele etmek üzere “seçilmiş” olduğuna inanıyor. Kimi araştırmalar Trump’ın ırkçı söyleminin, beyaz liberal orta sınıf içinde de alıcı bulmaya başladığını düşündürüyor. 

Yine, hem çok korkutucu siyasi sonuçlar hem de fırsatlar yaratabilecek bir döneme girdik.

Ergin Yıldızoğlu / CUMHURİYET

Yalan olan sensin Ahmet Ünlü! - Murat Ağırel

Hafta sonu Mudanya Belediyesinin ilk defa düzenlediği kitap fuarına katıldım. Fuar, Cumhuriyet tarihinde çok önemli yere sahip olan Mütareke Meydanında gerçekleştirildi. Panel ise Mudanyalı yurttaşlarının yoğun katılımı ile yaptıldı ve ardından "ŞAKİ" adlı kitabımı gelen dostlarımız için imzaladım.

Panel ve kitap organizasyonu bittikten sonra telefonuma gelen bildirimleri okudum. Hepsi Kamuoyunda "Cübbeli Ahmet"olarak tanınan Ahmet Mahmut Ünlü'nün Global TV'de Erdoğan Aktaş'ın sunduğu programda İsmail Saymaz ile konuşurken ismimi defalarca geçirdi. "Murat Ağırel yalan,yanlış belgeler ile geldi" şeklinde ifadeler kullandı.

Merak ettim programın ilgili kısımlarını inceledim. Hakikaten de kendisi ile röportaj yaptığım esnada "çok güzel belgeleri ile gazetecilik yapıyorsunuz" diyen Ahmet bey beni yalan belge sunmak ile nitelendirmiş. Ardından da İsmail Saymaz'ınsorduğu belgelere "Murat Ağırel'in papağını mısın" gibi absürt, yazmaktan utanç duyduğum ancak kendisinin utanmadan söylediği kelimeleri dinledim.


Değerli okuyucularım.

Beni takip eden herkes bilir ki belge olmadan ve doğrulatmadan asla yazmam konuşmam. Her yazdığımıkurum ya da kişilerin de cevap haklarını mutlaka ama mutlaka kullandırırım. Bu benim zorunluluğum değil meslek etiği gereği önem verdiğim bir durumdur.

Bu karalama dolu açıklamadan sonra benim de sizlere duyduğum sorumluluk gereği iki kelam hakkım var diye düşündüm.

Öncelikle İsmail Saymaz'ın programda yaptığı şeyi açıklamak bana düşmez ancak bende aynı sayın Saymaz gibi düşünüyorum. Kalkıp bir lokma bir hırka diyerek vatandaşlara vaaz vereceksin dernekler, vakıflar, şirketler aracılığı ile bağış,sadaka vb. yardımlar toplayacaksın bunları sorguladığın zaman ise "Yalan, yanlış" diyeceksin.

Pes...

Programda İsmail Saymaz Cübbeli Ahmet Hoca'yı örnek göstererek tarikat, cemaat şeyhlerinin etraflarında kurdukları veya kurdurdukları dernekler, vakıflar aracılığı ile nasıl şirketleştiklerini anlatmaya çalışmış. Ahmet Bey buna izin vermemek için aralara bolca laf sokarak konuların farklı yere gitmesini sağlamış. Ben programdaki bazı hususları ve Cübbeli Ahmet'in yalan dediği belgeleri bir kez daha sizlere anlatma ve paylaşmak istiyorum.

İsmail Saymaz soruyor; "Murat Ağırel'e verdiğiniz röportajda söylenilen yanınızda çalışan kişiler Vuslat Derneği'nde mi çalışıyor."
Cübbeli Ahmet, "Yanımızda çalışıyor diye bir şey yok" diye yanıt veriyor.

Saymaz  "Yahu soru bu. Youtube da kaydı var"
Cübbeli Ahmet: "Hayır"

Saymaz: "Yahu neden tekzip etmediniz o zaman.Demişsiniz ki benim yanımda vuslattan kimse yok HAYDER'den sigortalı."
Cübbeli Ahmet: "Bu yalan"

Youtube'da benim adım soyadımla var olan kanalımda ben röportajı yayınladım. Aynen İsmail Bey'in söylediği gibi "Vuslat Derneği'nde mi sigortalı" diye sordum. Cübbeli Ahmet de müridine soruyor, müridi, "HAYDER'den de sigortalıyız" diyor. "Kendisi de HAYDER de sigortalı"diyor.

Murat Ağırel Youtube kanalımdan izleyebilirsiniz…

Ben "yalan" kısmındayım.

Oysaki sunduğum tüm evrakları kendisi doğrulamıştı. Lalegül TV'nin Vuslat Derneği ile yaptığı sponsorluk anlaşmasında Ahmet Beyin çıktığı programlara reklam vermek için LalegülTV ile reklam anlaşması yapıyor. Toplamda ayda 120 bin TL ödeyeceği sözleşmede var. Kendisi de Lalegül TV'nin sahibide röportaj esnasında bunları doğruladı.


Yalan bunun neresinde?

Halk TV'de konuşurken program başı 40 bin TL demişim. Bu yalanmış. Ee bir derneğin aylık 120.000 TL yıllık ise 1 Milyon 400 Bin TL vererek programına reklam verdiği gerçeği bundan dolayı çöpe mi gitti?


Vuslat Derneği yöneticilerinin Mercedes Vito marka aracını 50 bin EURO vererek dizayn ettirmek için senet imzalamasını sordum doğruladı. Senedin bir tanesini gösterdim "evet doğru" dedin.

Bu mu yalan?

İlk eşinden olan kızının ev mobilyalarının dernek yöneticisi tarafından ödendiğinin belgeleri sundum sordum. Doğruladın.İlk eşim kızar bunu yayınlama yazma dedin.

Bu mu yalan?

Oğlunun İngiltere'de okuduğunu ve ona 18 bin Paund para gönderildiğini sordum. Doğruladın. Ancak tarihi farklı dedin.Ben de size bankasını, şubesini ve tarihini belirttim."Bilmiyorum" dediniz.

Bu mu yalan?

Hayır yalan olduğunu söylediğiniz belge nedir?

Neymiş "benim hesabıma para geçmiş mi belgede"diyorsunuz İsmail Saymaz'a. Siz ve sizin gibi tarikat, cemaat şeyhleri din, iman edebiyatı yaparak insanların rahmani duygularını suiistimal ederek servetlerinize servet yaşamlarınıza varlık katıyorsunuz. Bütün bunları yaparken de yasal her türlü hazırlıkları yapıyorsunuz. Soran olduğu zaman da ispatla diyorsunuz.

Vuslat Derneği yöneticileri kızınızın ev mobilyasını alsın, aynı kişiler arabanızın dizaynı için 50 Bin EURO'luk senede imza atsın, aynı kişiler sizin TV programları için yıllık 1.4 milyon TL reklam versin ama sizinle de herhangi bir bağı olmasın.

Asıl yalan olan siz ve sizin gibilerdir.


Murat Ağırel / YENİÇAĞ